Çocukluk dönemi, insanın yaşamında şüphesiz en saf ve temiz olduğu dönemdir. Çünkü çocukluk döneminde insan, eşyayı, insanı, tabiatı ruhu sezer ve ruhu ile anlamaya çalışır. Bakışı, bir bakıştan; duyuşu bir duyuştan ötedir. Çocukluk, aklın ve ağır sorumlulukların, şüphelerin ve kötülüklerin olmadığı bir dönemdir. Bundan dolayıdır ki kimi insanlar bu dönemlerine derin bir iştiyak duyar. Bu kişilerin başında sanatçılar/şairler gelir. Onlar bu hasretini şiirlerinde, eserlerinde dile getirirler. Biz, üç şairin (Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Sıtkı Tarancı, Nazım Hikmet Ran) şiirlerinde çocuğu, çocuğun ele alınışını ve çocuk hikmetini inceleyeceğiz.
1- Necip Fazıl Kısakürek - Çocuk
Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk;
Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk...
Necip Fazıl Kısakürek, Çocuk şiirinde çocuğu daha çok hikmet
tarafından ele alır. Çocuk anneden bir parçadır. Biyolojik bağdan ziyade çocuk,
annesinin bir yansımasıdır. Aralarında ruhsal bir bağ vardır. İçtimai hayatta
da şahsiyeti, mizacı, karakteri, davranışları ile bir bakıma annesini temsil
eder. Burada anne sadece ‘doğurucu, büyütücü’ anne değil ‘yetiştirici, eğitici’
anne olmak zorundadır. Anne çocuğunu biyolojik olarak doyurduğu gibi ruhsal
olarak da doyurmalıdır. Çünkü çocuk gelecektir. Anne ağaçsa çocuk da meyvesidir.
Meyve de potansiyel olarak binlerce ağaca gebedir. Anne ve çocuk arasında bu
yönden bir ilişki mevcuttur. Gülün şiirimizde birçok anlamı olduğu gibi burada
‘iyi, güzel ve doğruyu’ sembolize eder. Sağlıklı bir çocuk ve sağlıklı nesiller
de ‘gül’ ile doğrudan doğruya ilişkilidir.
Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;
Karıncaya göz atsa 'niçin, nasıl? ' ve hayret...
İnsanın Allah’a en yakın olduğu evre hiç şüphesiz çocukluk
evresidir. Çünkü çocuk, çocukken bir bütün halindedir. Ruhunun en saf ve uçmaya
en müsait çağındadır. Onu dünyaya zincirleyen akıldan bağımsızdır. Kalıcı
endişeleri, şüpheleri, korkuları yoktur. Hayatı anlık yaşar. Anlık üzülür,
anlık ağlar ancak kalıcı bir sevgiyle sever; çıkarsız ve tutarlı bir şekilde.
Çocukluk evresinde çocuk, yaratılmışlara hikmet gözüyle
bakar. Şairin de belirttiği gibi karıncada bile bir hikmet arar. Karıncada bile
hikmet araması burada gördüğü her şeyde hikmet araması anlamına gelir. Gördüğü
renklerin, duyduğu seslerin, tattığı tatların, her şeyin çocuk için bir anlamı
vardır. Bütün bunlar çocuğun saf ruhunda karşılık bulur. İnsanların bu
dönemlerini sürekli özlemesinin sebebi de budur. Çünkü insanlar dünyada
kirlendikleri için ‘saflığa’ özlem duyarlar.
Fatihlik nimetinden yüzü bir nurlu mühür;
Biz akıl tutsağıyız, çocuktur ki asıl hür.
Bütün çocuklar güzeldir, güzel doğar. Ruhunda o saflığı
taşıdığı müddetçe güzeldir. Ve bilindiği gibi ruh güzelliği, yüz güzelliğine de
yansır. İnsanın endişeleri, korkuları, gelecek kaygısı hep aklı yüzündendir.
Akıl, insanı bu tür kötü düşüncelere tutsak eder. Bu tutsaklık bizi ruhun
saflığından uzaklaştırır. Bir din büyüğünün söylediği gibi, "Bu iş ne
akılla olur ne akılsız..." İnsan bu iki zıt kutuplar arası muvazeneyi
sağlamakla yükümlüdür. Şair, çocuklar ve çocuk olmayan insanlar arasında bir
kıyas yoluna gider. Büsbütün akla tabi olmak insanı kaygı ve endişeler ile
dünyaya zincirler. Şeyh Sadi Şirazî’ye “insan nedir” diye sorarlar. “Yek
katre-i hûnest, sâd hezârân endîşe” cevabını verir. Yani birkaç damla kan ve bin
bir endişe... Çocukta bu endişeler yoktur. O yüzden zincirlenmemiştir; o yüzden
hürdür. İmam Suyûtî, “Çocuklarda beş haslet vardır ki büyüklerde olsa evliya
olur. Birincisi, rızık için endişe etmezler; ikincisi, hasta olduklarında
şikayette bulunmazlar; üçüncüsü, tek başına yemeyi sevmezler; dördüncüsü, hata
yaptıklarında korkar ve ağlarlar; beşincisi, kavga ettiklerinde kin tutmaz
hemen barışırlar.” der. İnsan büyüdükçe bu meziyetlerin çoğunu kaybeder.
Allah diyor ki: 'Geçti gazabımı rahmetim! '
Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim...
Şair, ilk mısrada bir hadis-i kutsîden alıntı yapmıştır.
“Mahzun bakışlı yetim” derken Peygamber Efendimiz’i kastetmektedir. Bilindiği
üzere Peygamber Efendimiz daha dünyaya gelmeden babası vefat etmiştir. “Merhamet
heykeli” tabiri de Peygamber Efendimiz’in üstün merhametine işaret etmektedir.
Peygamber Efendimiz’in merhameti, kıyamete kadar örnek alabileceğimiz
önümüzdeki tek örnektir. Heykel de burada kalıcılığı simgelemektedir.
Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın!
Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın!
Hayatta en çok ağladığımız dönem şüphesiz çocukluk
dönemidir. En ufak şeylere dahi sebepsizce ağlarız. Çocukluk döneminde
anlamadığımız ama büyüyünce anladığımız kıymetlerden biridir ağlamak. Şair
burada ağlamanın önemini vurgular. Çünkü ağlamakla ile anlamak arasında sıkı
bir ilişki vardır. Gözyaşı ruhun hissizleşmediğinin işaretidir. Necip Fazıl
Kısakürek’in Reis Bey adlı piyesinde Mahkum, Reis Bey’e, “Etmeyin Reis Bey, siz ağlayamazsınız!
Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz!” der. Buradan da anlaşılacağı üzere
anlamanın şartı ağlamaktır. Buradaki anlamaktan kasıt aklın bir şeyi kuşatıp
anlaması değildir. Manevi olarak bir şeyleri anlamaktır. Şair, burada ağlamak
için yarınının çok geç olduğunu vurgular. Çünkü insan büyüdüğünde,
çocukluğundaki birçok manevi meziyeti kaybetmiş olur.
Ağlamak aynı zamanda pişman olmaktır. Tövbe etmektir. Bu
mısraların dayandığı temel nokta burasıdır. Çocuklar yanlış bir şey
yaptıklarında ağlarlar ve pişman olurlar. Yaptıkları yanlış şeyi annesinden
babasından korktuğu için veya onları üzmemek için tekrar yapmamaya çalışır.
Çocukken yapılan bu küçük yanlışlar, insan büyüdükçe büyür. Şair aslında
insanın çocukken bu meziyeti kazanmasını ister. Çünkü insan büyüdüğünde daha az
gözyaşı döker ve daha az pişman olur. İnsan kendi yaratıcısına karşı hep bu
bilinçte olmalı; çok ağlamalı, çok pişman olmalı ve çok tövbe etmelidir ki
kulluğunun sırrına erebilsin.
İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;
Çocukların kalbinde işler zaman rakkası...
Yarın, çocuklar ile mümkündür. Çocuklar bu insanlık
zincirinin sonsuzluk halkasıdır; daima ileriye taşıyıcısıdır. O yüzden çocuğun
bu halkayı devam ettirebilmesi için ‘çocukluğunu’ yaşaması çok mühimdir.
Çocuklarda zaman bir bütün halindedir ve andan ibarettir. Dün takıntısı ve
gelecek sıkıntısı yoktur. O yüzden zaman çocukların kalbinde onlara kaygı ve
endişe vermeyecek şekilde bir sarkaç gibi döner durur.
2-Cahit Sıtkı Tarancı - Çocukluk
Affan Dede’ye para saydım
Sattı bana çocukluğumu.
Bu mısralarda şair, Affan Dede adlı kişiye para sayarak
çocukluğunu alıyor. İnsanı çocukluğuna götüren şeylerin başında oyuncak gelir.
Affan Dede, İstanbul’un Selimiye semtinde bir oyuncakçıdır. Oyuncakçı dükkanı
Karacaahmet mezarlığı yakınlarında ve Üsküdar-Kadıköy yolu üzerinde
bulunmaktadır. Aynı zamanda Mevlevi dervişi de olduğu bilinen Affan Dede’nin
küçük dükkanı evinin altındadır. Şair, Affan Dede’den aldığı oyuncaklarla,
çocukluğuna geri döner. Çocukluk döneminde eşyalarımıza verdiğimiz anlamlar
ömür boyu o eşyanın üzerine yapışıp kalır. Bunun başında oyuncaklar gelir.
Çünkü çocukluk ile oyuncak birbiriyle özdeşleşmiştir.
Artık ne yaşım var ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Necip Fazıl Kısakürek’in Çocuk şiirinde bahsettiğimiz gibi
bu mısralarda da çocukluk aynı anlayış ile yansıtılıyor. Çocukluk döneminde
adın, yaşın, dünyadaki künyemizin hiçbir önemi yoktur. Çünkü bu künye çocuk
için işe yaramazdır. Çocuk andadır ve anın tadını çıkarır. Geçmiş için
hayıflanmaz; gelecek için kaygılanmaz. Henüz mükellef olmadığı ve nefsi ile
mücadeleye girmediği için kim olduğunu bilmesine de gerek yoktur. Şair bu
mısralarda bir kaybedişin üzüntüsünden ziyade olmak istediğine döndüğü için mutludur.
Hiçbir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
İnsanlar çocukluk döneminde genellikle sorumluluk üstlenmez.
Bunun hafifliği vardır çocuğun üzerinde. Çünkü sorumluluk üstlenecek kadar
hayat şartlarına elverişli değildir. Günün koşturmacası, gerekli gereksiz tüm
olup bitenler çocuğun gündemi içine girmez. Şair de mısralarında bu tür bir
isteğini dile getirir, “ben kendi dünyamda mutluyum ve sadece kendi dünyam ile
ilgileniyorum.” demek ister.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!
Bahar her zaman aynı bahardır; bahçe her zaman aynı bahçedir. Dün de bugün de
havuzda sular şırıl şırıl akabilir. Fakat insan, çocukluk döneminde tüm bu
tabiat olaylarını, kuşun sesini, havuzun şırıltısını ruhî bir sezişle kavradığı
için daha değerli gelir. İnsanlar çocukluk döneminde tüm olan bitenlere, tüm
yaşananlara bir hakiki bir sanatçı gibi bakar. Öyle sezer, öyle duyar, öyle
koklar, öyle tadar, öyle dokunur. “Uçurtmam bulutlardan yüce” mısrasındaki
gibi her işte bir olağanüstülük arar. Olağanüstülüğün olduğu yerde de akıl
yoktur. Çünkü akıl, olağanüstülükleri kavrayamaz. Necip Fazıl Kısakürek’in “Biz
akıl tutsağıyız, çocuktur ki asıl hür.” mısrası bu düşüncelerimizi
destekler niteliktedir.
Çocuk bulunduğu anın tadını çıkarmaya çalışır ve hiç
bitmemesini ister. Çocuk sürekli hayal kurar. Yetişkin insanların en çok
zorlandığı konulardan biri de budur. Hayal kurmakta zorlanırlar. Büyükler somut
olan ile ilgilenirken çocuklar soyut olanla daha çok ilgilidir. Hayal aleminin
cazibesi çocuklara her zaman daha parlak ve güzel gözükür. “Hiç bitmese
horoz şekerim!” mısrası şairin bir duası niteliğindedir. Çocukluğunun hiç
bitmemesini istemektedir.
3-Nazım Hikmet- Dünyayı Verelim Çocuklara,
Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
Nazım Hikmet dünyanın masum bir yer olmadığını düşünür. Bu düşüncesini
oluşturan etkenler arasında birine çocukken birine ise yetişkinken şahit olduğu
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları vardır diyebiliriz. Bu savaşlar hiç şüphesiz
en çok masumların acı çekmesine neden olmuştur. Bu masumiyetin başını çeken ana
damar da çocuklardır. Nazım Hikmet, bunca acı ve bunca yıkımla beraber
‘yaşamak’ hakkı elinden alınan çocuklar için dünyanın bir günlüğüne çocuklara
verilmesini ister. “Hiç değilse bir günlüğüne” ifadesi şairin asgari
isteğini belirtir. Bundan daha fazlasını istiyordur ama daha fazlası için umudu
yoktur. Yukarıdaki iki şiire nispetle bu şiirde çocuklar farklı bir yönden ele
alınmıştır. Dönemin şartlarını da göz önüne alırsak çocuklar bir savaş
mağdurudur. Çocukluklarını yaşayamamıştır. Çocukluk dönemi tüm şairlerin hemen
hemen aynı fikirde olduğu bir dönemdir. Çünkü çocukluğun kuralları değişmez.
Çocukların üstü kirlenir ruhu kirlenmez. Necip Fazıl Kısakürek çocukluğu hikmet
boyutunda ele alırken; Cahit Sıtkı Tarancı hatıra yönüyle ele alır. Nazım
Hikmet ise bir hak savunucusu rolüne bürünmüştür. Mağdur çocukların haklarını
aramaktadır. Dünyanın çocuklara verilmesiyle dünyanın daha güzel bir yer
olacağını düşünmektedir. Çünkü çocuklar büyüklerin yapamayacağı şeyleri
yapabilirler. Beraber oynayabilirler; beraber türkü söyleyebilirler. Böylece
tüm insani erdemlerden mahrum kalmış insanoğluna örnek olabilirler.
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
“kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi” ifadeleri
burada samimiyetli olma şartı koşar. Şair, “dünyayı vereceksek samimi bir
şekilde verelim.” demek ister. Çünkü çocuklarla anlaşabilmenin şartı
samimiyettir. Çocuklar karşısındakinin samimi olup olmadığını anlayacak bir
ruhî sezişe sahiplerdir. Nazım Hikmet de bunun farkında olarak bu şartı
sürmüştür. Acı çeken mağdur olan ve aç kalan çocuklar yine asgari düzeyde
doysunlar. Fazlası olamıyorsa en azı olsun. Ama çocuklar için bir gün belki bin
gün yerine geçebilir. Doyumsuzluktan çıkan savaşlara nazaran çocuklar o hak
edecekleri bir günde doyabilir. Bu çocuklar için sonsuz bir doyum olabilir.
Burada kapalı olarak çocuklar ile büyükler arasında bir kıyaslama yapılmıştır.
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, erdemlerini kaybetmiş
insanoğluna, kaybettiği erdemleri tekrardan sadece çocuklar hatırlatabilir. “bir
günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı” ifadeleri bunu belirtir.
Çocukların arkadaşlıkları samimidir. Kavga ettiklerinde anında barışırlar ve
İmam Suyûtî’nin dediği gibi birbirlerine kin tutmazlar. Savaşların olduğu
dünyamızda arkadaşlık sadece çocuklar ile öğrenilebilir. Son iki mısrada Nazım
Hikmet, çocukların dünyayı alacağı inancını dile getirir. Nazım Hikmet’in sahip
olduğu dünya görüşüne göre belki devrimle, belki de ruhu ile. Çocuklar dünyayı
aldıkları zaman, tüm öldürülenlere, tüm ölümlere inat ölümsüz ağaçlar dikeceklerdir.
Çocukların dünyasında ölüm olmayacaktır. Necip Fazıl Kısakürek’in şiirinde “İnsanlık
zincirinin ebediyet halkası” olan çocuklar bu şiirde de ölümsüz ağaçlar
dikmesi ile insanlık zincirini devam ettireceklerdir.
Her üç şiirde de şairlerin çocuklara bakışı neredeyse
aynıdır. İnsanlığın devamı, kurtuluşu çocukların elindedir. Çocukluk Cahit
Sıtkı Tarancı’ya göre de bir sığınaktır. Büyüdükçe kaybettiği değerlerini
çocukluğunda bulur şair. Çocukluk bu üç şaire göre hem korunması gereken hem de
koruyan bir olgudur. Üç şiirde de bunun izlerini görürüz. Son olarak Sezai
Karakoç’un mısrası ile yazımızı noktalayabiliriz.
“İnsanı çözersin, çözersin, çözersin çocuk çıkar.“
Yorumlar
Yorum Gönder