Ana içeriğe atla

En Parlak Başarılar Sözcüklerle Perçinlenmezse Işıltılarını Kaybederler


    Clontarf Savaşı bitmiş, Norveçli düşman utanç ve bozgunu tatmıştı. Büyük İrlanda Kralı Ozan’a seslendi:
-En parlak başarılar sözcüklerle perçinlenmezse ışıltılarını kaybederler. Senden zaferin türküsünü söylemeni, övgüler düzmeni istiyorum.” 
(J. L. Borges/Kum Kitabı)

    İstanbul, cazibesiyle, konumuyla ve bir çok sebepten ötürü tarih boyunca hep ulaşılması gereken bir şehir, bir ideal olmuştur. Bir çok millet, bir çok devlet bu güzel beldeyi fethetmeye çalışmıştır fakat bu fetih, Peygamber Efendimiz (s.a.v) ’in övgüsüne mazhar olan Fatih Sultan Mehmed’e nasip olmuştur.

    Bu fetih, şüphesiz Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi mânada Osmanlı Devleti’nin kemâl noktasıdır. Bu kutlu beldenin fethi de Fatih Sultan Mehmed’e nasip olmuştur. İstanbul’un fethine dair birçok sebep sayabiliriz fakat şu noktayı atlamamamız gerekir: Aşk ve vecd…

    Yıkılmaz denilen İstanbul’un surlarını yıkan Şahî topuna o tesiri veren, Fatih Sultan Mehmed’in bu şehre olan aşkı ve vecdi, Allah’a ve Resulüne olan sevgisi ve bağlılığıydı. Maddeye tesirini veren şüphesiz mânaydı.

    İstanbul’un fethinin Osmanlı Devleti’nin kemâl noktası olmasının sebebi, madde ile beraber mânânın da fethedilmesindendir.

    Ve bu fetih, bu mâna, İstanbul’un incisi Ayasofya ile kalıba dökülmüştür. O sebepten dolayı Üstad Necip Fazıl’ın Ayasofya Konferansında belirttiği üzere, “Ayasofya… Ne taş, ne çizgi; ne renk, ne hacim ne de bunların madde senfonisi. Sadece mâna, yalnız mâna…”

Mânanın nesilden nesile aktarılabilmesi madde kalıbına aktarılıp dondurulmasıyla mümkün. Sanatın bir işlevi de budur.

Yazımızın başında Borges’in ‘Kum Kitabı’ adlı eserinden alıntıladığımız bölümde Büyük İrlanda Kralı Ozan’a “En parlak başarılar sözcüklerle perçinlenmezse ışıltılarını kaybederler. Senden zaferin türküsünü söylemeni, övgüler düzmeni istiyorum.” der. Burası hem sanatın, hem sanatçının misyonu açısından çok önemlidir. Kalıba dökülmeyen mâna uçup gider…

    Şüphesiz tarihimizin en parlak başarısı diyebileceğimiz İstanbul’un fethi ve Ayasofya’nın sözcüklerle nasıl perçinlendiğine bakacağız. İlk olarak Fatih Sultan Mehmed’in fethe düştüğü tarihi aktarmakta fayda var. Tarih düşürme, önem verilen ya da dikkat çeken bir olayın yılını veya tarihini göstermek üzere, ebced hesabıyla bir cümle, bir mısra ya da beyit söyleme sanatıdır.

“Feth-i Istanbûla fursat bulmadîlar evvelûn
Feth idüb Sultan Muhammed dîdî târih: Âhirûn (=857 =1453) “

Dönemin şairlerinden Ayasofya ile ilgili bazı şiirleri hatırlatacak olursak:


KOCAZADE NİŞANCI
(Celalzade Mustafa Paşa)
Ölümü: M. 1569


Nazm-ı Beray-ı Ayasofiya
Melek görmêği istersen yürü var hatır-ı şâdı
Ayasofyânın îçinde ko dursun ol dîl-i zârı
Mekânı Cennetü’l-Me’va veya Firdevsî sanîdir
Behişt olmaz mı ol cami’ melek olıcak üstâdı
Yürü var anda ey gafil eğer Firdevsî istersen
Sa’adet ola maksudun hidâyet eyleye Hâdî
Anun gibî dahi bir eyledü mahluk ol Hâlik
Yedî kat gökler üstünde Ayâsofiyedir âdî

Bedestan

Mekâm-ı Âyasofya câygah-ı evliyâ oldû
Meleklere anın muhakkak oldu kim doldû
Var anda enbiyâdan dâhi İdris-i Nebi derler
Mücâvir ol işinde görasın sen tâ ki Peygamber
  
Anun gibi mu’azzam bir binâyı bî-bedel yoktur.
‘İbâdethâne gerçi kim büyük küçük iken çokdur
Rümâzun Ayasofyânun der isen îdesin ma’lûm
İçindê bir nice gîce kalıgör ta olâ mefhum

(Taşlıcalı Yahya Bey, Şâh u Gedâ)
Ölümü: M. 1582

Şehr içinde sipihr gibi bülend
Vardır bir makam-ı bîmânend
Ayasofya’dır ona nâm-ı şerif
Olmaz onun gibi makam-ı latîf
Nitekim şeyh-i pâk-i kutb-ı zamân
Ayağına akar su gibi cihân
Halk-ı âlem duasına muhtâç
Kubbeden var başında bir ulu tâç
Gülşen-i cennet oldu o güyâ
Servilerden yeşil direkler ona
Onda kandiller yanar par par
Sarı lâleyle nergise benzer
Mü’minin başı üzere destan
Ak güllere benzer ol gülzâ


Nâbî
Ölümü:
1712

Rûze cem' olur rindân Ayâsofiyyê'de
Halka-bend-î üns olur yârân Ayâsofiyyê'de

Etmek için fikr-i ekl ü şürbü hâtırdan beder
Akd-i cem'iyyet eder ihvân Ayâsofiyyê'de

Olmadan dest-î duâ cünbân Ayâsofiyyê'de
Müşkilât-ı halk olur âsân Ayâsofiyyê'de

Mevce-î a'mâl eder enfâs ilê çerhâ su’ûd
Lücce-î tâl'ât eder tûfân Ayâsofiyyê'de

Her ne denlü gayri câmide ibâdet olsa dâ
Olur efzun yîne sad-çendân Ayâsofiyye'de

Düşmen-i dîrn-i nefs îlê cihâd-î ekberê
Leşker-î tâ'at bulur meydân Ayâsofiyyê'de

‘Andelîbân-î behiştî şerm ilê hâmûş eder
Her taraf âvaze-î Kur'ân Ayâsofiyye'de

Âb-ı germ-î dîde vü sâbûn-i istiğfâr ilê
Pâk olur pîrâhen-î isyân Ayâsofiyye'de

Ferş-i berrâk-î rühâmın eyledikçê secdegâh
Sâf olur âyinîne-î îmân Ayâsofiyye'de

Pîşgâhındâ nevâl-î rahmetî hâzır bulur
Kim olursâ sıdk ilê mihmân Ayâsofiyye'de

Sahn-ı sâfındâ metâ’-î bî-dirîğ-î mağfiret
Bûriyâ-yî Mısr ilê yeksân Ayâsofiyye'de

Şeb-be-şeb mânend-i kandîl-î füruzân Nâbîyâ
İnşirâh-î dil bulur insân Ayâsofiyye'de


Cumhuriyet dönemi şairlerinden de İstanbul’un fethi ve Ayasofya hakkında yazılmış birkaç şiir:

Osman Yüksel Serdengeçti
Ölümü: 1983

(…)
Fethin, Fatih'in mabedinden kitab-ı mübini,
Bu ulu dini kaldıran kim?
Dinimize, imanımıza saldıran kim?
Mabedimin göğsüne uzanan namahrem eli,
Kimin elidir?!...
Söyle Ayasofya, söyle.
Seni puthane yapan hangi delidir?!...

Elleri kurusun, dilleri kurusun!
Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!...

Ayasofya,
Ey muhteşem mabet;
Gel etme,
Bizi terk etme!...
Bizler, Fatih'in torunları, yakında putları devirip,
Yine seni camiye çevireceğiz...

Dindaşlarımızla,
Kanlı göz yaşlarımızla,
Abdest alarak secdelere kapanacağız,
Tekbir ve tehlil sadaları boş kubbelerini yeniden dolduracak
İkinci bir fetih olacak,
Ezanlar bu fethin ilanını,
Ozanlar destanını yazacaklar...

Putperest Roma'ya yeni bir mezar kazacaklar,

sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan sesleri fezaları yeniden inletecek!

Şerefelerin yine Allah'ın ve O'nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed'in aşkına, şerefine ışıl yanacak;

bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi sanacak!...

Bu olacak Ayasofya,
Bu muhakkak olacak...
İkinci bir fetih, yine bir ba'sü ba'delmevt...
Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,
Ayasofya, belki yarından da yakın!...




Sezai Karakoç

Alınyazısı Saati

(…)
Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda
Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında
Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya
Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla
Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana
olup biteni
O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini
Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık
Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık
Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi
Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi


Nazım Hikmet Ran
Ölümü: 1963

Sekiz Yüz Elli Yedi

"İslam'ın beklediği en şerefli gündür bu
Rum Konstantiniyye'si oldu Türk İstanbul'u

Cihana karşı koyan bir ordunun sahibi
Türk'ün genç padişahı, bir gök yarılır gibi

Girdi Eğrikapı'dan kır atının üstünde
Fethetti İstanbul'u sekiz hafta üç günde

O ne mutlu, mübarek bir kuluymuş Allah’ın!
Belde-i Tayyibe’yi fetheden padişahın,

Hak yerine getirdi en büyük niyazını
Kıldı Ayasofya’da ikindi namazını!

İşte o günden beri Türkün malı İstanbul,
Başkasının olursa, yıkılmalı İstanbul!


İLHAN BERK
Ölümü :2008

İSTANBUL

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul'dasın
Havada kaçan bulutların hışırtısı
Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor
Yenicami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler
Hiç kımıldamıyorlar
Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor


    Kimi şairimiz zaferin şarkısını söylerken kimi şairimiz de hasretin türküsünü söylemiş şiirlerinde. Bugün sanat, şiir, edebiyat belki de en çok bu yüzden lazım bizlere. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Kalıba dökül(e)meyen, dondurul(a)mayan mâna uçup gider. Bu meziyetten bugün kısmen mahrumuz. Çünkü mânayı içselleştiremiyoruz. İçselleştirilemeyen mâna da kalıba dökülemiyor maalesef. Bu mânayı hamasî planda ayakta tutmaya çalışıyoruz, bu da günü kurtarmaktan öteye geçemiyor. Sanat ve estetikten mahrum oldukça zaferlerimiz tozlanacak, unutulacak. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Özgür Umutlar

Çocukluktan bugüne gelen, umutların yüklendiği araba, Büyümüş bir ben. Geçmişin hatıralarını seyrettiğim bir ufuk. Bakışlarımız donuk,    O günlerde gelecek yoktu, Geçmiş silinmiş. An, taptaze, dopdolu. Çimenler daha yeşildi, Güneş daha kırmızıydı, Gök daha mavi.  Nereden çıktı bu uzun bacaklı adamlar? Nereden çıktı bu bolt çantalı adamlar? Neden siyah giyindiler? Neden bize bir şey söylemediler? Kim yüklendi çanları sırtına? Kim çaldı böyle acı acı? Kim tutuşturdu kırları? Kim yaktı renkleri, kokuları? Yüksek umutlar, Göğe yükselen umutlar.  Siyah bir pelerinim oldu. Öyle bir rüzgar ki yere değmedi.  Haşmetli ve kudretliydim fakat Koşamıyordum artık.  Yerime daha çok kuruldum.  Daha derin baktım ufka.  Gitmeye hiç niyetim yok.  Bu bir hesaplaşma. Bir vazgeçiş, bir kaybediş.  Arzu ve tutku ile yüklü,  Bir açlık var doyurulmamış.  Artık yorgun bakışlarımız, Başıboş geziniyor ufukta.  Heykelleri taşımaya ne gerek vardı omuzl...

Hirayama'nın İç Sesi

Her sabah uyandığımda, Hazırlanıp kapıyı açtığımda, Kafamı kaldırıp baktığımda, Gökyüzü aynı gökyüzü, Aldığım nefes aynı nefes. Direksiyonun başına oturduğumda, 80'lerden bir parça çaldığında,  Huzurlu bir şekilde yola baktığımda,  Müzik aynı müzik, Yol aynı yol.  Her iş çıkışı gittiğim park,  Dostum ağaç,  Akşam yemeği, Buzlu suyun serinliği,  Bütün aynılıklar... Aynılıklar içindeki, Farklı tatlar, Farklı kokular, Farklı duygular.  Yapayalnızlıkların arasında sürdürdüğüm aynılıklar, Bu hayata çizdiğim düz bir çizgi, Taşsız, topraksız bir yol.  Yapayalnızım, Ama huzurluyum.  Hiçbir pürüz, Hiçbir toz parçası, Hiçbir insan -doğrudan- Ve hiçbir kelime girmemeli hayatıma. Ve çıkmamalı ağzımdan gerekmedikçe.  Sözsüz yaşıyorum.  İçimde her şeye ikna ettiğim bir ben.  Konuşmak gereksiz bir eylem, Çalışmak güzel şey sadece.  Büyütmek bir ağacı, Kitap okumak, Dostum ağacın fotoğrafını çekmek.  Tüm güzellikleri bir film rulosun...