Ana içeriğe atla

Bir de ‘’Gecelerin Ötesi’’ Var

 “Her mahallede bir milyonerin türediği devirde, aynı mahallelerde bu gençler de türedi.“

    Metin Erksan, 1960 yılında çektiği “Gecelerin Ötesi” filmine bu cümle ile başlar. Bu cümle, Adnan Menderes’in, “Her mahallede bir milyoner yaratacağız.” vaadine bir göndermedir. Bu cümle sosyolojik bir durum tespitidir aynı zamanda. Her mahallede milyonerin türediği devirde “bu gençler” ıskalanmıştır. 

    Gecelerin Ötesi, aynı mahallede, farklı işlerle meşgul olan, farklı hayalleri olan yedi şehirli gencin hikâyesini anlatır. Bu gençleri bir araya getiren şey, aynı mahallenin gençleri olmalarıdır. 

Bu gençlerden uzun yol şoförü olan Fehmi, ailesinden ona yadigar kalan kız kardeşine daha iyi bir hayat sunabilmek için bu soygunu düşünür ve diğer arkadaşlarını organize eder. 

Ayhan, ressamdır. Aynı zamanda umutsuz bir aşıktır ve aşık olduğu kadına ulaşabilmek için paraya ihtiyacı vardır. 

Ekrem, fabrikada ailesine bakmak zorunda olan bir işçidir. Fabrikada ömür çürütmek istemez ve paraya ulaşıp daha rahat bir hayat yaşamak ister. 

Yüksel ve Sezai de Amerika hayalleri kuran iki müzisyendir ve paraya ulaşıp Amerika’ya kaçmak isterler. 

Cevat, tiyatrocudur. Kendi tiyatrosunu kurmak ve sanatını icra edebilmek için paraya ihtiyaç duyar.  

    Hayalleri olan ama paraları olmayan bu gençler, halihazırdaki sistemde tıkanmanın verdiği bunalım, parasızlığın vermiş olduğu çaresizlik ile bir gece toplanırlar ve benzin istasyonu soymaya karar verirler. İlk soygun başarılı olur. Sıcak paraya hemen ulaşmak, vicdanlarını ertelemelerine sebep olur. Yaptıklarının iyi mi yoksa kötü mü olduğunu düşünmek istemezler. Hayalleri, vicdanlarının önüne geçer. İkinci soygun yapılır, üçüncü soygun yapılır ama  bu üçüncü soygun istedikleri gibi gitmez. Adam öldürmek zorunda kalırlar ama en sonunda hayallerini gerçekleştirmek için istedikleri miktara ulaşırlar. Polis tarafından ciddi bir şekilde arandıklarını bildiklerinden daha fazla şüphe çekmemek için soyguna ara verirler ve herkes dağılır. 

Ayhan, sevdiği kadına para yetiştiremez ve tek başına soyguna kalkışır. O anda polis tarafından vurulur. 

Yüksel ve Sezai, Amerika’ya giden bir gemide polis tarafından yakalanır. Yüksel polisten kaçarken ölür, Sezai ise tutuklanır. 

Cevat, Anadolu’da turnede iken polis tarafından tutuklanır. 

Ekrem ve Fehmi ise uzun yola çıkmışlardır ve dönüşünde polis tarafından kıstırılırlar. İlk olarak Ekrem ölür, ardından Fehmi de vurularak ölür. 

Evet, gecelerin ötesi vardır muhakkak. Her şeyin apaçık ortaya çıktığı… Mahallenin gençleri bu hakikati kestirememişlerdir ya da kestirseler bile başka çareleri olmadığından dolayı hakikate gözlerini ve kulaklarını kapatmışlardır.  

    "Gecelerin Ötesi’’ filminde bir iyi-kötü denilebilecek iki taraf vardır. Gençler ve emniyet kuvvetleri. Ama biz her iki tarafa da tam olarak iyi veya kötü diyemeyiz. Çünkü filimde iyi-kötü mefhumu muğlaktır. Asıl anlatılmak istenen, sistem ve sistemin dayattığı bunalım ve çaresizliktir. Gençler de yanlış yoldan doğruya ulaştıklarının farkındadırlar ama başka çareleri yoktur. Sistem ‘hayalleri’ olan bu gençlere orman kanunlarını dayatmıştır. Çünkü gençlerin içinde bulunduğu zamanın (1960) sosyo-ekonomik şartları, bu hayalleri gerçekleştirmeyi imkansız kılar. Bu dönemde gençler, en verimli çağlarını işverenlerinin/milyonerlerin hayallerini gerçekleştirmek için heba ederler. Bunun uğruna kendi hayallerini bastırırlar. Bu mahalledeki gençler her ne pahasına olursa olsun hayallerinin peşinden “Sonunu düşünen kahraman olamaz.” diyerek körü körüne giderler. Her ne kadar yanlış yolu tercih etseler de… 

     Kapitalizm eninde sonunda, zengini de fakiri de vahşileştirir. Zengin, fakiri daha çok ezmek için vahşileşir, fakir de zenginden öcünü almak için vahşileşir. Böylece yabani-vahşi bir hayat ortaya çıkar. Bu sistemin insanları vahşileştirmesinin sebebi, bu sistemin özünde insani bir değer taşımamasındandır. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Özgür Umutlar

Çocukluktan bugüne gelen, umutların yüklendiği araba, Büyümüş bir ben. Geçmişin hatıralarını seyrettiğim bir ufuk. Bakışlarımız donuk,    O günlerde gelecek yoktu, Geçmiş silinmiş. An, taptaze, dopdolu. Çimenler daha yeşildi, Güneş daha kırmızıydı, Gök daha mavi.  Nereden çıktı bu uzun bacaklı adamlar? Nereden çıktı bu bolt çantalı adamlar? Neden siyah giyindiler? Neden bize bir şey söylemediler? Kim yüklendi çanları sırtına? Kim çaldı böyle acı acı? Kim tutuşturdu kırları? Kim yaktı renkleri, kokuları? Yüksek umutlar, Göğe yükselen umutlar.  Siyah bir pelerinim oldu. Öyle bir rüzgar ki yere değmedi.  Haşmetli ve kudretliydim fakat Koşamıyordum artık.  Yerime daha çok kuruldum.  Daha derin baktım ufka.  Gitmeye hiç niyetim yok.  Bu bir hesaplaşma. Bir vazgeçiş, bir kaybediş.  Arzu ve tutku ile yüklü,  Bir açlık var doyurulmamış.  Artık yorgun bakışlarımız, Başıboş geziniyor ufukta.  Heykelleri taşımaya ne gerek vardı omuzl...

Hirayama'nın İç Sesi

Her sabah uyandığımda, Hazırlanıp kapıyı açtığımda, Kafamı kaldırıp baktığımda, Gökyüzü aynı gökyüzü, Aldığım nefes aynı nefes. Direksiyonun başına oturduğumda, 80'lerden bir parça çaldığında,  Huzurlu bir şekilde yola baktığımda,  Müzik aynı müzik, Yol aynı yol.  Her iş çıkışı gittiğim park,  Dostum ağaç,  Akşam yemeği, Buzlu suyun serinliği,  Bütün aynılıklar... Aynılıklar içindeki, Farklı tatlar, Farklı kokular, Farklı duygular.  Yapayalnızlıkların arasında sürdürdüğüm aynılıklar, Bu hayata çizdiğim düz bir çizgi, Taşsız, topraksız bir yol.  Yapayalnızım, Ama huzurluyum.  Hiçbir pürüz, Hiçbir toz parçası, Hiçbir insan -doğrudan- Ve hiçbir kelime girmemeli hayatıma. Ve çıkmamalı ağzımdan gerekmedikçe.  Sözsüz yaşıyorum.  İçimde her şeye ikna ettiğim bir ben.  Konuşmak gereksiz bir eylem, Çalışmak güzel şey sadece.  Büyütmek bir ağacı, Kitap okumak, Dostum ağacın fotoğrafını çekmek.  Tüm güzellikleri bir film rulosun...