En ulvî duygular, en ulvî yollar ile dışa vurulmalıdır. Aşkın, sanatların anası olan şiir ile dışa vurulması gibi. Aşk ile şiir, ruh ile beden gibidir. Birlikte "tamam" olurlar. Ruhun güzelliği, bedenin/yüzün güzelliğinden anlaşılır. Şairlerimiz, “önemli olan iç güzellik” deselerdi, herhalde şiire bu kadar ehemmiyet vermezler; divan şiiri gibi biçimsel olarak mükemmele yakın bir şiir ortaya çıkmazdı. Çünkü önemli olan şiirin ne anlattığı değil, nasıl anlattığıdır. İnsanlık bugüne kadar hep aynı temel duygular ile süregelmiştir. Aşk, hüzün, sevinç, korku, nefret, heyecan vb. duygular bunlardan bir kaçıdır. En merkezdeki duygu, en ulvî duygu aşk duygusudur. Çünkü her şey aşktan meydana gelmiştir. Mevlânâ Hazretleri, "Yaratıldı yaratılalı göklerin dönüşünü aşk dalgasından bil. Aşk olmasaydı dünya donar kalırdı." der. Yûnus Emre Hazretleri, "Evvel yer gök yoğ idi var idi aşk bünyâdı." der. Fuzûlî ise şiirinde “Aşk imiş her ne var âlemde/İlim bir kıyl u kâl imiş ancak ” der. Aşk ana kaynaktır, tüm sanatların ortaya çıkış sebebidir. Dünün de bugünün de yarının da konusu olmaya devam edecektir.
Hiç şüphesiz aşk ile ilgili bin yıl önce de bugün de şiir
yazılmıştır. Eğer şiirde ne anlatıldığı şiirin kalitesini belirlemede bir
ölçüt olsaydı, bin yıl önceki "aşk" şiiri ile bugünkü "aşk" şiiri birbiri ile
aynı değerde olurdu. Divan şiiri ve divan şairleri tam da burada diğer şiirlerden
ve şairlerden ayrılır. Divan şiirinin "nasıl"ı o kadar güçlü, kuvvetli ve
kudretlidir ki, şiire uyumlu kalplerde büyük bir sarsıntıya, cezbeye,
sarhoşluğa yol açar. Çünkü "nasıl", biçimdir; ritim ve ahenktir. Kalp atışıdır.
Divan şiiri, ruhu olan her insanın şiiridir. Çünkü aşkın hiyerarşisi,
saraylısı-taşralısı yoktur.
Şiiri, eşya ve hadiselere uyumlu olmalı; zamana eşlik edebilmelidir
ki hayatta kalabilsin. Ok (tîr) mazmunu
divan şiirinde sıklıkla kullanılmıştır. Divan şiirinde sevgiliye ait birçok
güzellik unsuru oka benzetilmiştir. Bunların hemen hepsinde benzetme yönü
âşığın yaralanma halidir. Sevgilinin aşkı, boyu, kirpiği, gamzesi ve gözü ok
özelliği gösterirler. Ok, her halde âşığın bağrına ve dolayısıyla gönlüne
saplanır. Âşık bu okun gönlünden çıkarılmasını istemez. Onun için bu ok, adeta
sevgiliden gelen bir armağandır. Âşık onu en kıymetli varlığı olarak saklar. Ok,
maddi olarak da bedende kaldığı müddetçe kişiyi ağır ağır öldürür. Saplandığı
bedenden çıkarılmaya çalışıldığında ise kişiyi direkt olarak öldürür. Aşk
duygusu da bu yönüyle varlığı yakan, yokluğu yok eden bir duygudur. Divan
şairleri bunu şiirlerinde çok güzel dile getirmiştir. Dürrî Ahmed Efendi’nin
bir gazelinde ok (tîr) mazmunu şöyle kullanılmıştır:
“Tīr-i nigāhı sīnemüzi deldi cāna dek
Geçdi ḫadeng-i ġamzesi tā üstüḫāna dek”
(Sevgilinin) ok gibi (delici) bakışı göğsümüzü gönlümüze
kadar deldi, süzgün bakışının oku tâ kemiğe kadar dayandı.
Şiir, eşya ve hadiseye, zamana uyumlu olmalıdır demiştik. Divan
şiirindeki "ok" mazmununun zaman içinde Sezai Karakoç’un "Kara Yılan" şiirinde, "kurşun"a dönüştüğünü görürüz
“Ben çiçek gibi taşımıyorum göğsümde aşkı
Ben aşkı göğsümde kurşun gibi taşıyorum”
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Mürşit şiirinde de bu ok, "temel çivisi"dir.
“Bana yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;
Ruhuma büyük temel çivisini çaktınız...”
Bu beyitlerde, dizelerde şairler aşklarını farklı mazmunlar
ile anlatmışlardır. Sözler zaman içinde değişebilir ama hissettirdiği duygu çok
değişmez. Tabi ki bu şiirler "nasıl"ı kuvvetli şiirlerdir. Her şiir için aynı
kanaatte bulunmak mümkün değildir.
Şiirsizlik
Şiir, bütün sanatların anası olarak kabul edilir. Sözü, güzel söyleme sanatıdır şiir. Ya da güzel sözü güzel söyleme sanatıdır. Tarih
sahnesinde şiir ile medeniyetin terakkisi birbirine hep paralellik
göstermiştir. Şiiri yükselten toplumlar daima yükselmiştir. Şiirsiz toplumlar
ise hep oldukları yerde saymıştır. Sesi değil de sözü yükseltmek bu yüzden
önemlidir ve bu, bir medeniyet meselesidir.
Şiir ile aklın beş günde gittiği yol, bir günde gidilebilir.
Birçok yolun kestirmesi şiir ile mümkündür. Ama bugün aklın verdiği kesinlik zannı, bizi bu kestirme yollardan da uzak tutar.
Şiir meselesinin halledilmediği sürece medeniyet çapında etki
ve faydasının olması düşünülemez elbette. Şiirimizin tarihimiz boyunca
serüveni, nerelerde yükselip nerelerde düştüğü birçoğumuzun malumudur.
Şiir, insanı yontan ve şekil veren bir sanattır. Bizler ise
bugün gerek insani ilişkilerimizle gerek eşya ve hadiseler karşısında tutumumuzla,
incelikten, idrakten uzak oluşumuzu bütün açıklığıyla gösteririz. Bugün, şiire
ilgisiz bir toplum olduğumuz söylenebilir. Unuttuğumuz ve uzaklaştığımız birçok
erdem (anlayış, zarafet, feraset, estetik vb.) bu tezimizi destekler. Kelime ve
kavram dünyamızdaki kısırlık, iyi, doğru ve güzele karşı nispetsizliğimiz bizi
bu sanattan uzak tutar. Ne üzerine düşünebiliriz ne de bu sanattan zevk alabiliriz.
Şiir bizden uzaklaştıkça biz de günden güne kendimizden
uzaklaşırız.
Şiirsizliğimizin sebebi olarak hemen herkes onlarca yüzlerce
madde sayabilir ama şiiri besleyen ana kaynağımız kurudu. Ruhumuz kuraklaştı ve
çölleşti.
Yorumlar
Yorum Gönder