Dogville Filmi Üzerine
İnsanın özü itibariyle iyi mi yoksa kötü mü olduğu, yüzyıllar
boyunca çeşitli filozoflar tarafından tartışılmış, üzerine düşünülmüştür.
İnsanın özü itibariyle iyi olduğunu düşünenler, kötü olduğunu düşünenler ve boş
bir levha olduğunu, bu tercihi insanın kendisinin yaptığını düşünenler
olmuştur. Ucu bucağı olmayan bu tartışmalar bugüne kadar devam edegelmiştir.
Bu tezler sanatkârlar tarafından şiirlerde, romanlarda, filmlerde işlenmiştir. Lars
Von Trier tarafından yazılıp yönetilen 2003 yapımı dram/suç türü bir filmi olan
Dogville, “İnsan özü itibariyle kötüdür.” tezini işleyen filmlerden…
Yönetmen Lars Von Trier, Dogville'i bir tiyatro oyununu andırır biçimde
stüdyoda çeker ve neredeyse hiç dekor kullanmayarak geometrik gerçekliği yok
sayar. Dogville kasabası, bir sahne üzerinde tebeşirle çizilerek
gösterilmiştir. Binalar ve sokaklar sadece yerdeki çizgilerden ibarettir ve
neresi olduğu, kime ait olduğu üzerinde yazmaktadır. Dekor olarak neredeyse hiç
eşya yoktur. Oyuncular birçok eşya varmış gibi davranmaktadır. Hatta bazı canlılar
bile görüntüde olmamasına rağmen, ses efektleriyle varlığı belli edilmektedir.
Örneğin köpeğin sadece havlaması duyulur, oyuncular o var gibi davranır; ama
görüntüde bir köpek görünmez.
Film, 9 bölümden oluşur. Film, Grace adında genç bir kadının mafyalardan kaçıp
şehirden uzak ve kendi halinde yaşayan Dogville kasabasına sığınması ile
başlar. Filmde alegorik bir anlatım tarzı ağır basmaktadır. Grace, kelime
anlamıyla ‘erdem, lütuf, merhamet’ demektir. Grace aslında Dogville kasabasına
mafyadan kaçan bir kız olması yanında bir merhamet, lütuf, erdem abidesi olarak
gider. Dogville kasabası için bir imtihandır. Dogville kasabası, yaşantıları,
pespayelikleri, yanlış bildikleri doğruları, eylemsizlikleri ve
kayıtsızlıklarıyla öne çıkan bir kasabadır. Grace’in Dogville kasabasına
gelmesiyle birlikte kasabalı kaderini değiştirebilecek bir fırsat yakalamıştır.
Film, bu zıtlıkların (iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin) birbiriyle olan
çatışması üzerine bina edilmiştir.
Grace kasabaya geldiğinde “zincire bağlanmış” Moses (Musa) adında köpek
havlamaya başlar. Köpekler içgüdüsel
olarak bir tehlike yaklaştığında havlarlar. Grace, Dogville kasabası için bir
tehlike sayılabilirdi. Dogville kasabası da Grace için bir tehlike… Moses belki
de kasabalıyı uyarmak için değil Grace’i uyarmak için havlamıştır.
Grace’in kasabaya girişini ilk kasabanın ‘kahramanı’ Tom fark eder. Tom,
fikirlerini eyleme dönüştüremeyen ve her işinde ‘yarım’ olan bir karakter.
Hayali olan yazarlık için ciddi bir çalışma yapmaktan sürekli kaçınan ve bu
ciddi işini sürekli daha ‘ciddi gibi’ görünen işler ile erteleyen cahil ve
sefil bir tip. Kasaba şartlarına göre ‘kahraman ve kurtarıcı’ gibi bir imaj
sahibi olan Tom ‘ahlak’ seminerleri ile kasabalıya, kasaba kilisesinde vaaz
vermektedir. Esasında söylediklerinin bir ağırlığı yoktur. Kasabalı da bunun
farkındadır ama Tom bu rolü kendine biçmiştir ve oynamaktadır.
Tom ile Grace tanışırlar ve Tom, Grace’in Dogville’de kalmasını ister bu arada
Grace’i yakalamak isteyen mafyalar kasabaya gelir. Onları Tom karşılar ve
Grace’i burada görmediğini söyler. Mafya, Tom’a kartını bırakır ve görmesi
durumunda haber vermesini söyler.
Tom, Grace’i kasabalıya kabul ettirmek için bir toplantı düzenler. Kasabalı ilk
olarak Grace’e şüpheyle yaklaşsa da, toplantıda ona bir şans tanınması kararı
çıkar. Grace’in 2 hafta içinde kasabalıya kendini ispatlaması gerekmektedir.
Dogville sakinleri yanlışlar üzerine düzen kurmuş ve değişime dönüşüme direnen
bir tavır sergilemektedir. Grace burada kalmak için bu yanlışları görmezden
gelir ve kasabalıya ona uygun bir biçimde davranır. Grace’in kendini
ispatlaması için kasabalının işlerine yardım etmesi gerekmektedir ama
kasabalının herhangi bir yardıma ihtiyacı yoktur.
Dogville kasabası yanlışlar üzerine bir düzen kurmuştur ve bu asıl
ihtiyaçlarını gölgeler. Grace ise bu iki haftada onların doğru bildikleri
yanlışları düzelmektedir ama bu sadece işlerindeki yanlışlardır,
düşüncelerindeki değil…
Aslında bütün kasabalı içinde bulunduğu durumun ve yanlış düzenin farkındadır.
Bu gidişattan ve düzenden hoşnut değillerdir ama bu düzeni değiştirebilecek fikir
ve eylem kudretleri yoktur. Bu yüzden olanı muhafaza etme refleksleri
kuvvetlenmiştir.
Grace işlerdeki yanlışları düzettikten sonra kafaların içindeki yanlışları
düzeltmek zorunda hisseder kendisini. Çünkü vicdanı, Grace’in bu yanlışlara daha
fazla göz yummasına izin vermez.
Grace, kör olan ama bunu bir türlü kabullenemeyen, gördüğünü ispatlamak için
ise kasabanın dış görünüşüne ait çeşitli tasvirler yapan, eskiden gördüğü
şeyler hakkında konuşan ve bu türden ezberlere sığınan Mc Kay’in evine gider ve
onu kendisi ile yüzleştirmek ve kör olduğunu kabul ettirmek için Mc Kay’in en
başından beri kapalı olan perdesini açar. İçeriye güneş ışığı dolar böylece. Mc
Kay kendisini ışığın kör ettiğini iddia etse de aslında onu kör eden şey kapalı
perdelerdir, karanlıktır. Grace bunun farkındadır ve onu bu hakikat ile
yüzleştirmiştir fakat faydası olmadığını görür. Mc Kay, Grace’in perdeleri
açmasından sonra gözlerindeki körlüğü kabul etse de düşüncedeki körlüğü kabul
etmemiştir. Bu sahne, Platon’un ‘Mağara alegorisi’ ile bire bir örtüşmektedir.
Alegoriye göre bazı insanlar karanlık bir mağaraya zincirlenmişlerdir ve bu
insanlar başlarını sağa ve sola çeviremezler sadece karşılarındakini
görebilmektelerdir. Doğuştan beri bu mağarada bulunan insanlar mağaranın
girişinden yansıyan nesnelerin gölgelerini görür ve bunları gerçeklikleri
olarak algılarlar. Nihayet bir gün bu insanlardan bir tanesi zincirlerinden
kurtulur ve mağarayı terk eder. Mağarayı terk eden bu insan mağaranın dışında
yeni bir gerçeklik ile tanışır ve duvarda gölgelerini gördüğü nesnelerin gerçek
olmadığının farkına varır. Bunu mağaradaki arkadaşları ile paylaşmak üzere
mağaraya geri döner. Mağaradaki arkadaşları ise mağaranın dışında farklı bir
gerçeklik olduğuna inanmazlar. Ve bu insanlara mağaranın dışındaki gerçekliği
aktarabilmek de imkansızdır.
Bu iki hafta sonunda Tom önderliğinde kasabalı toplanır ve Grace’in gitmesi
veya kalması üzerine bir oylama yapar. Kalmasını isteyen her kişi için kasabada
bir çan çalınır. Toplamda 15 çan çalınması gereklidir. Grace kalacağına inanmaz
ve eşyalarını toplar. Tedirgin bekleyişi devam ederken çan 15 kere çalınır ve
Tom yanına gelerek ona kasabada kalacağını söyler.
Ardından ‘mutlu günler’ başlar. Grace kasabalıya her türlü desteği vermeye
devam eder. Kasabalı Grace’e kalacak yer temin eder. Bu mutluluk aslında
kasabalı için menfî çıkarlara dayanan bir mutluluktur.
Kasabaya polislerin gelip Grace’in kayıp ilanını asması ile kasabalı tedirgin
olur ve ona karşı şüpheleri daha da kuvvetlenir.
Kasabalı, herkesin katıldığı bir “akşam yemeği” tertip eder. Bu arada Tom ile
Grace bir bankta oturur ve Tom, Grace’i tam olarak anlayamadığını ifade eder.
Tom, her yönden yarım ve eksik bir karakterdir bu yüzden Grace’e karşı
hissettiği duygular da ona olan inancı da yarımdır, eksiktir. Onu tam
anlayamaz, sevemez ve aşık olamaz. Onu tam koruyamadığı gibi…
“Son akşam yemeği” mutlu bir şekilde devam eder, Mc Kay sofrada Grace’in
hakkını teslim eder ve onun sürekli kasabada kalabileceğini söyler. Bu esnada
polisler tekrar gelir ve Grace madene saklanır. Polisler eski ilanı söküp
Grace’in asılsız iddialar ile suçlandığı bir ilan asar ve Grace’in üstüne “para
ödülü” koyulur.
Kasabalı bu durumdan dolayı tedirgin olur ve Grace’in kasaba için bir tehlike
olduğunu düşünür. Menfî
çıkarlarından dolayı gitmesini de istemezler. Kasabada kalması için bir bedel
ödemesini isterler. Bu isteği üstü kapalı bir tehdit ile Tom bildirir. Başına
konan ödül bir artık Grace için bir şantaj olarak kullanılacaktır.
Grace artık kasabalının yardımına günde bir kere değil iki kere gidecektir ve
aldığı küçük bir miktar para kesilecektir. Grace bu paraları mağazadaki “7 adet
insan biblosunu” almak için harcamaktadır. Çünkü bu biblolar ona kasabadaki
insanları ve “insanlığı” hatırlatmaktadır. Grace, beş bibloyu kendi çalışarak alır ve son
iki tanesini Tom alıp Grace’e hediye eder.
Kasabalı artık bu şantaj kozunu kullanarak Grace’e üstü kapalı köle muamelesi
yapar ve her işlerini, her arzularını, her isteklerini bu şantaj ile giderir.
Grace, meyve hasat eden Chuck’a yardım etmeye ormana gider. Chuck da tehdit ile
Grace’e isteklerini yerine getirmesini söyler. İsteği yerine getirir. Bu
yaşananlar Chuck’ın eğitimci karısı Vera’nın kulağına gider. Bir eğitimci
olarak şiddete karşı olan Vera, Grace’in evine gider ve ona atılan bu iftiraya
inanarak onu cezalandırmak ister. Ceza olarak Grace’in çok değer verdiği “7
bibloyu” gözünün önünde parçalar. Bütün bu yaşananlara karşı güçlü durabilen
Grace, bu durum karşısında ağlar.
Tam da burada parantez açacak olursak Yönetmen Lars Von Trier, “İnsan özü
itibariyle kötüdür.” tezini burada kuvvetlendirir. Kasabalının iki yüzlü tavrı
başından beri hissedilirken asıl yüzü, ellerine geçen bu koz ile beraber açığa
çıkar. Grace gelmeden önce kasabalının içinde bulundukları durum her yönden
kötü bir durumdu. Bunu eylemsel olarak göremesek de içsel olarak kasabalının
her biri içinde bulundukları sefil durum itibariyle kendine kötülük yapan
insanlardı ama kendilerine yaptıkları kötülüğün farkında değillerdi. Lars Von
Trier, bu durumda bizlere, “Başkalarına kötülük yapmamaları iyi olduklarını
göstermez.” mesajını verir.
Film, yukarıda belirttiğimiz gibi alegorik unsurlar ile örülmüştür. Vera’nın
parçaladığı “yedi biblo”, Hristiyanlık inancındaki “yedi ölümcül günahı” (kibir,
açgözlülük, şehvet, kıskançlık, oburluk, öfke, tembellik) temsil eder. Vera
yedi bibloyu parçalayarak, yedi ölümcül günahı işlemiş olur. Vera aslında
burada bütün kasabayı temsil eder. Bu günahları bütün kasaba işlemiştir. Grace’in
ilk defa ağlaması da yedi ölümcül günahın işlenmesi ve insanlığın ayaklar
altına alınmasından kaynaklanmaktadır. Grace’in buradaki göz yaşları da çektiği
acıdan değil merhametinden dökülmektedir. Bu gözyaşları kasabalıya ağır
bedeller ödetecektir.
Grace, bu köle muamelesinin ağır şartlarını kaldıramaz ve kasabadan kaçma
planları yapar. Tom bu konuda Grace’e “destek” olur. Kaçması için ihtiyacı olan
10 doları babasının dolabından alır ve Grace’e verir. Kasabanın nakliyecisi Ben’e
10 doları verir ve kamyonunun arkasına binerek kasabadan kaçmaya çalışır. Ben,
Grace’i süslü cümleler ile tehdit eder ve isteğini gerçekleştirir. Sonunda yine
Grace’i kasabaya getirir. Tom’un babası dolabındaki 10 doların olmadığını fark
eder. Tom bu 10 doları Grace’in aldığını söyler. Bu sefer kasabalı, Grace’i cezalandırmak
için onu kasabanın köpeği Moses (Musa) gibi zincirler. Artık üstü kapalı olarak
gerçekleşen istekler aleni bir şekilde gerçekleşmeye başlar. Grace’in sevdiği
ve ona en yakın olan isim olan Tom tüm bu olan biten karşısında ‘gözlemci’
tavrını sürdürür ve ona ‘sözleri’ ile merhem olmaya çalışır.
Grace ve Tom madenin önünde konuşurken maden girişinin üstünde yazan yazı
dikkat çekicidir. “Dictum ac Factum” (Az laf, çok iş). Bu tamamen Tom’a ithaf
edilebilecek bir sözdür. Sevgi, fedakarlık, sadakat sözden öteye geçmedikçe
hiçbir şey ifade etmez. Bu sözün yazılı olduğu madenin filmin başından sonuna
kadar boş olması da ayrıca dikkat çekicidir.
Bu sözün böyle bir kasabada yazılı olması bize bir ipucu daha verir. Demek ki
bu kasabaya daha önce de “Grace’ler” gelmiş…
Tom sevdiğini iddia ettiği Grace’in yerini kasabalının baskısı ile mafyaya
gammazlar.
“Musibeti çağırmak” olarak niteleyebileceğimiz bu durumda kasabalı, mafyanın
gelmesi ile meraklı gözlerle olup biteni izler. Mafya Grace’i zincirlerinden
kurtarır ve arabaya bindirir. Arabadaki Grace’in babasıdır. Babası ondan geri
dönmesini ve kasabalının bu yaptıklarına karşılık onları cezalandırmak ister. Grace
ile babası arasında filmin ana fikri olan şu diyalog geçer:
B: Karar veremiyorsun çünkü onlara yakınlık duyuyorsun. Katil çocukken ihmal
edilmişse, bu gerçek bir cinayet sayılmaz değil mi? Sadece koşulları
suçluyorsun.
Sence tecavüzcülerle katiller kurban olabilir. Ama bence onlar bir köpek ve
eğer kendi kusmuklarını yalıyorlarsa onları durdurmanın tek yolu kamçılamaktır.
G: Ama köpekler doğaları ne emrediyorsa onu yapar. Neden onları affetmiyoruz?
B: Köpeklere pek çok şey öğretebilirsin ama doğalarına her uyduklarında onları
affederek değil…
Bu diyalog direkt olarak dikkatimizi kasabanın ismine çevirir ve bizlere “İnsan
özü itibariyle kötüdür.” tezini hatırlatır.
Bu diyaloğun ardından Grace arabadan iner ve yaşadıklarını muhasebe eder.
Arabaya geri döner ve “öldür” emrini verir. Lars Von Trier, Grace’in öldür
emrini bize farklı bir şekilde göstermek ister. İnsanlığın kurtulması, Dogville
kasabasının yanmasına ve insanlarının öldürülmesine bağlıdır. Buradaki yakma ve
öldürme eylemini de bir merhamet unsuru olarak gösterir bizlere. Bu durumu bir
mısra ile özetleyecek olursak:
“Evet, ceza! Merhametin en acı meyvesi…”
Babasının adamları tüm kasabayı ateşe verir ve çoluk çocuk herkesi öldürür. Grace,
biblolarını parçalayan Vera’nın çocuklarının gözlerinin önünde öldürülmesini
emreder.
Işığıyla merhametin, iyiliğin, simgesi olan ay kızıla döner.
En başından beri Grace’in yanında duran fakat Grace’e en büyük kötülüğü yapan
Tom, pişman olur ve tabiri caiz ise Grace’den affını ister fakat bu af kabul
olmaz. Grace, ihanetin bedeli olarak Tom’u başından vurarak öldürür. Yanıp kül
olan kasabada bir tek kasabanın köpeği Moses (Musa) kalmıştır. Grace, onu
öldürtmemiştir.
Lars Von Trier tarafından filmin içine yerleştirilen semboller ve ipuçları bizi
Hz. İsa (a.s) ve Benî İsrail kavmi arasında geçen hadiselere götürüyor.
Mûsâ -aleyhisselâm-’a gönderilen dinde Benî İsrâîl gevşeklik göstermiş, pek çok
îtirazlarda bulunmuş ve doğru yoldan tamâmen ayrılmışlardı. Bundan sonra gelen
nebîler, kendilerini dâimâ îkâz ettilerse de, bu azgın millet, yine de
uslanmayıp şiddete dahî başvurdular; hattâ peygamberleri katletmeye kadar
aşırıya gidip peygamber kâtili oldular.
İşte bu kavim, Îsâ -aleyhisselâm-’ın zuhûrunda dağınık
durumdaydı. Bir kurtarıcı bekliyorlardı. Bekledikleri peygamberin, mücâdeleci,
tuttuğunu koparan ve çok şiddetli bir kimse olmasını istiyorlardı. Çünkü o
peygamber, kendilerini esâretten kurtarıp büyük menfaatlere kavuşturmalı idi.
Bunun içindir ki Îsâ -aleyhisselâm-, onları hidâyete dâvet
ile gönderildiğinde, yahûdîler onu çok yumuşak buldular. Ve kendisine inanmak
istemediler.
Ancak Îsâ -aleyhisselâm-, her şeye rağmen sabır göstererek
yeryüzünde sulh ve selâmet hislerini yerleştirmeye, insanların aralarını
düzeltip onları barıştırmaya gayret gösterdi. Yahûdîleri içinde bulundukları
sapık yoldan kurtarmaya çalıştı. Fakat elleri peygamber kanlarına bulanmış
azgın yahûdîler, bu dâvetten rahatsız oldular. Netîcede Hazret-i Îsâ
-aleyhisselâm-’ı öldürmeye karar verdiler. Hem Îsâ -aleyhisselâm-’a, hem de
etrâfındakilere zulmetmeye başladılar.
Öyle ki, mâruz kaldıkları zulümler karşısında havârîlerden
Yudas, Ishar ve Yot (Yehûdâ) hak dini terk etti. Üstelik içlerinden Yehûdâ,
Zekeriyyâ ve Yahyâ -aleyhimesselâm-’ı öldüren cânî yahûdîlere Îsâ
-aleyhisselâm-’ın bulunduğu yeri haber verdi. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın gazabına
uğrayanlardan oldu ve yaptığının cezâsı olarak, cânî yahûdîlere Îsâ
-aleyhisselâm- sûretinde gösterildi ve çarmıha o gerildi. Îsâ -aleyhisselâm-
ise, göğe ref’ edildi. 1
Filmdeki Grace, Îsâ -aleyhisselâm- ‘ı temsil ederken, Tom da Îsâ
-aleyhisselam-‘a ihanet eden havari Yehuda’yı temsil ediyor. Kasabalı da Benî
İsrail kavmini…
Hristiyan inancına göre Yehuda (Judas), Son Akşam Yemeğinden sonra Îsâ
-aleyhisselam-‘ı 30 gümüş karşılığında Sanhedrin adı verilen meclise bildirir
ve onu öperek ele verir. Bu nedenle Judas adı ve öpüşü ihanet sözcüğüyle
eşanlamlı kullanılır.
“İnsan özü itibariyle kötüdür.” tezine gelecek olursak, Yönetmen Lars Von Trier,
bu tezi Benî İsrail kavmine işaret ederek ve sadece o çerçeve ile sınırlı bir
şekilde savunuyorsa haklılık payı verilebilir. Fakat Beni İsrail kavmi
üzerinden bütün insanlığı bu tezin içine dahil etmek yanlış olacaktır.
Lars Von Trier, filmin sonunda izleyiciyi şu soru ile baş
başa bırakır:
“Grace mi Dogville’i
terk etti yoksa Dogville mi Grace’i terk etti?
Bu bir paradokstur esasında. Cevap hem o dur, hem o dur… Hem
o değildir, hem o değildir…
Yazımızı Oscar Wilde’ın şiiri ile bitiriyoruz…
Kulak verin sözlerime iyice,
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu,
Kimi dalkavukça sözlerle,
Korkaklar öpücük ile öldürür,
Yürekliler kılıç darbeleriyle!
(…)
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez
(1) - Osman Nuri Topbaş, Nebiler
Silsilesi-3, Erkam Yayınları
Yorumlar
Yorum Gönder