Ana içeriğe atla

Tom'un Mektubu

 

Benim adım Tom.

Küçücük dünyamın, 

Bir çizgiden ibaret olan kasabamın,

Yalnızca yaşamak için yaşayan halkımın,

Önderiyim. 


Varsa bir fikir -nadiren de olsa-

Bende süzülür ilk önce

Varsa yapılacak bir iş,

Bana sorulur ilk önce 


Yüce duygular uğramaz pek buraya.

Uğradı diyelim,

Adresi benim.

Bende yoğrulur.

İki boyutlu olan bu kasabanın,

Üçüncü boyutuyum ben. 


Ağır olduğunu düşünürüm bu yükümün.

Zorlanırım bazen de ama,

Kimse bu yükümü sırtlamaz bu kasabada.

-İstemem de zaten-


Bir kitap yazıyorum, sarsıcı.

Bir şiir yazıyorum, yıkıcı,

Bu kasabada bilinmez böyle şeylerin kıymeti. 

-Bilmesinler de zaten-


Bunları kasabam için yapıyorum 

Bir çıkar gözetmeden,

Bir tebrik dahi beklemeden.

-Beklemem de zaten- 


Beni onlardan ayıran da,

Tam olarak bu. 


Herkes bir misyon üzere doğar ya... 

Ben de bunun için varım.  

Çok çetin soruların,

Karmakarışık bilmecelerin, 

Tam ortasındayım ben. 

Anlamıyorlar beni,

-Anlamasınlar da zaten- 


Biraz da kasabamdan ve

Kasabalıdan bahsetmem lazım.


Güneş ışığı nadir vurur bu kasabaya,

Nedendir bilinmez. 

Ama bu olumsuz manada,

Çok etkilemez bizi,

Huzur içinde yaşar tüm kasabalı, 

Bir ihtilaf olursa eğer,

Çözüm için,

Bana gelirler. 

Ben bunun için varım. 


Yine bir akşam,

Önemli işlerle uğraşırken ben,

Yüce bir kişiliğin,

-öyle diyorlar-

Kasabaya geldiğini haber verdiler. 


Dışarıya bir baktım ki,

Bembeyaz bir mermer sütun

Gibi,

Kanadı kırılmış da kasabamıza düşmüş

Gibi, 

Olduğu yerde bekliyor.

Bir şeylerden kaçıp geldiği,

Çok belli. 


Kasabalı etrafını sarmış,

Şaşkın gözlerle bakıyorlar ona. 

Hemen oraya teşrif ettim.

Ve tanıttım kendimi ona. 

Ben Tom. 


Önder, hatip, şair, yazar, aktivist, hukukçu... 

Memnun oldum tanıştığıma. 


Öylesine masum bakıyordu ki,

Etkilenmemek elde değildi. 

O bize sığınmıştı ve,

Onu koruyup kollamak da benim görevimdi.


Ona kasabamızı gezdirdim,

Kasabalıyla tanıştırdım 

Sevildi. 

Sevilmemesi mümkün değildi. 

Şimdilik misafirimizdi. 


Çok kısa bir zaman sonra 

Ona kalıcı oturum izni almak için 

Kasabada birtakım faaliyetlere giriştim. 

En sonunda bütün kasabalıyı topladım ve,

Bu işi bir karara bağlamaya karar verdim. 

Etkili hitabetim sayesinde,

-birkaç çatlak ses de olsa-

Karar kabul edildi. 

O, artık bizim kasabamıza aitti. 

O, bizimdi. 

Onu seviyorduk, 

Seviyordum sanırım. 


Kasabalıya yardım ediyordu,

Onlara destek oluyordu.

Maddi ve manevi bütün işlerini görüyordu. 

Tüm eksiklikleri gideren,

Sihirli bir değneği vardı sanki.


Gözümde bir kurtarıcı gibiydi o,

Beni anlayan tek kişi olabilirdi.

-daha kendimi anlatmaya fırsatım olmadı- 

Ondan gözlerimi alamıyordum,

Çoğu zaman. 

Önemli işlerimi bırakıp, 

Onun yanında vakit geçirmek istiyordum. 


Onu seviyordum, 

-söylemeye bir türlü fırsat bulamasam da- 

Onun da beni sevdiğini düşünüyordum. 


O, kasabalının işlerini halletmekten, 

Yoruluyordu çoğu zaman. 

Bu adanmışlığı da hoşuma gidiyordu. 

Onda bana benzeyen bir şeyler vardı. 


Bir akşam kasabada bir bankta oturduk.

Ona önemli işlerimi anlattım,

Bu kasaba için önemimi anlattım. 

Çok bir şey anlamadı. 


Daha sonra,

Yüzüne baktım,

-çok güzeldi-

Gözlerine baktım,

-simsiyahtı-


O bizim kasabaya ait olduğu için,

Ona aşık olabilirdim artık. 

Çünkü bu kasabada,

Bu duyguyu benden başka yaşayabilecek

Bir insanın olduğunu

Düşünmüyorum. 


Kasabalı, ona her işini yaptırıyordu artık. 

-zorladıkları da oluyordu bazen-

O da yapıyordu. 

Uykusuz ve bitkin olsa da. 

Kırmıyordu onları.


Geceleri hep onu düşünüyordum. 

Onu sevdiğimi söylediğim anı hayal ediyordum. 

Ellerini tutmayı,

Yüzünü okşamayı. 


Önemli işlerim şu sıralar baya aksadı. 

Şiirlerim ve yazdığım kitap, 

Yarım kaldı. 


O fiziksel olarak yoruluyordu,

Ben zihinsel olarak. 

Ama bundan hiç şikayet ettiğini görmedim. 

Bir kadın olmasına rağmen. 


Sabah bir gürültü ile uyandım. 

Kasabadan biri ona bağırıyor 

Ve hakaret ediyordu. 

Uzaktan olayı gözlemledim. 


Olay şuydu:

O, kasabadan bir kadının,

Evini temizlemeye yardım ederken,

Yanlışlıkla çok değerli bir eşyayı kırıyor. 

O, her ne kadar telafi etmek istese de

Özür dilese de,  

Diğeri buna karşı çıkıyor. 

Ve ona hakaret ediyordu. 


Bu olaydan sonra,

Kasabada ona karşı bir homurdanma başlıyor.

Kasabanın önderi olarak bu işe, 

Demokratik yollarla 

Bir çözüm bulmak zorundaydım. 


Kasabalı ile toplandık ve o bizi dışarıda bekledi,

Alınacak karara saygı duyacaktı elbette. 

Ceza olarak,

Belli bir müddet,

Kasabanın terkedilmiş evine hapsedilmesi

Uygun görüldü. 


Bu kararı ona ben açıkladım. 

Hiç itiraz etmedi. 

O gerçekten iyi bir insandı. 

-ve onu seviyordum-


Ona yemeğini ben götürüyordum akşamları.  

-artık ona aşık olduğumu söylemeliydim-


Cesaretimi toplamak için,

Evimde provalar yaptım elbette. 

Bu iş önemli bir işti çünkü. 


Ona yine bir akşam, 

Yemeğini götürdüm.

Bir eli yatağa kelepçeliydi. 

Diğer elini tuttum. 


Ona, kendisini sevdiğimi söyledim.

Onu neden sevdiğimi söyledim.

Onu nasıl sevdiğimi söyledim.  

Onu ne kadar sevdiğimi söyledim. 

-artık beni anlayacağına eminim-


Gözlerime

Baktı ve

Sessizce gözyaşları aktı. 

Herhangi bir karşı cevap alamadım. 


Ben ona yüreğimi ve

Değerli fikirlerimi sundum. 

Karşı bir cevap alamamak 

Üzdü beni. 


İşlerim vardı,

Evime geri döndüm. 


Diğer gece tekrar yanına gittim. 

Duygularımı tekrar anlattım. 

Yine hiç bir cevap vermedi. 

Sinirlendim ve kapıyı çarpıp çıktım dışarı. 


Sabah yine bir kalabalık vardı kasabanın girişinde

Bir ilan asılmıştı ,

Polisler tarafından,

Onu arıyorlardı. 

Kim, neden arıyordu bilmiyordum. 

Aklıma bir fikir geldi. 

Onu kasabanın madenine saklamaya

Karar verdim. 

Kasabalıya da tembihledim:

-Yerini bilmiyorsunuz.


Aslında ona yap dediğimiz her şeyi yapması,

Garibime gitmiyor değildi. 

Buraya ne için gelmişti bilmiyorum.

-hiç sormaya fırsatım da olmadı-

Onu hiç dinleyemedim. 

O kimdi sahi?

-neyse- 


Bir kaç gün bu madende kaldı. 

Onu sakladım. 

Bir gün, iki gün, üç gün...


Dördüncü gün polisler tekrar geldi. 

Kasabalılara sordular, 

"Bilmiyoruz" dediler. 


Kasabada tekrardan bir homurdanma başlamıştı. 

Suçlu veya hırsız,

Olabilir miydi?

Buna çok ihtimal vermiyordum. 


Ama,


İçime de bir şüphe oturmuştu. 

Şüphelerle yaşamak 

Benim hayatımın 

Bir parçasıydı. 


Diğer günü  sabaha karşı 

Siyah bir arabada, 

Siyah giyinen, 

İnsanlar geldi kasabaya. 

Polise benzemiyorlardı. 

Tekrar onu sordular. 

-galiba bir miktar para teklif ettiler kasabalıya-


Kasabalıdan biri orayı gösterdi. 

"İşte orada saklanıyor."


Bu işin artık geri dönüşü yoktu 

ve

Elimden bir şey gelmezdi artık. 

Tüm olan biteni gözlemlemek için

Belli bir mesafeden olan biteni

İzliyordum.

 

Mağaradan sessizce çıktı 

ve

Siyah giyinen adamların yanına geçti. 

-sanki onları tanıyormuş gibiydi- 


Arabaya bindiler ve

Bir süre beklediler kasabada. 

Biz de sessizce bekliyorduk.


Konuşulanları duymuyordum. 

O, arabadan indi. 

Benimle vedalaşmak ister gibiydi. 

Yanına yaklaştım

-olan bitene çok anlam veremedim-

Şaşkındım. 

Bana sadece bakıyordu.


Ben de gözümü ondan alamıyordum. 

Bu arada, 

Arkamdan da kuvvetli bir ışık

ve yoğun bir sıcaklık

Hissediyordum. 

Güneş doğmuş olmalı. 


Arkamı döndüm,

Kasaba,

İnsanlar,

-çocuklar dahil-

Her şey yanıyordu. 

Yakıyorlardı.

Silah sesleri,

Vuruyorlardı.


O, hâlâ bana bakıyordu.

-bana acır gibiydi- 

Yanıma geldi,

Ona,

Dur bir dakika,

Merhamet böyle bir şey olmamalı dedim.

Tek bir cümle duydum ağzından:

"Hoşça kal Tom"


Benim Adım Tom,

Korkak, yalancı, tembel, sahtekar ve samimiyetsiz bir adamım

Kasabamın önderiyim. 

-yarım kalan işlerim vardı-

Bitiremedim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Özgür Umutlar

Çocukluktan bugüne gelen, umutların yüklendiği araba, Büyümüş bir ben. Geçmişin hatıralarını seyrettiğim bir ufuk. Bakışlarımız donuk,    O günlerde gelecek yoktu, Geçmiş silinmiş. An, taptaze, dopdolu. Çimenler daha yeşildi, Güneş daha kırmızıydı, Gök daha mavi.  Nereden çıktı bu uzun bacaklı adamlar? Nereden çıktı bu bolt çantalı adamlar? Neden siyah giyindiler? Neden bize bir şey söylemediler? Kim yüklendi çanları sırtına? Kim çaldı böyle acı acı? Kim tutuşturdu kırları? Kim yaktı renkleri, kokuları? Yüksek umutlar, Göğe yükselen umutlar.  Siyah bir pelerinim oldu. Öyle bir rüzgar ki yere değmedi.  Haşmetli ve kudretliydim fakat Koşamıyordum artık.  Yerime daha çok kuruldum.  Daha derin baktım ufka.  Gitmeye hiç niyetim yok.  Bu bir hesaplaşma. Bir vazgeçiş, bir kaybediş.  Arzu ve tutku ile yüklü,  Bir açlık var doyurulmamış.  Artık yorgun bakışlarımız, Başıboş geziniyor ufukta.  Heykelleri taşımaya ne gerek vardı omuzl...

Hirayama'nın İç Sesi

Her sabah uyandığımda, Hazırlanıp kapıyı açtığımda, Kafamı kaldırıp baktığımda, Gökyüzü aynı gökyüzü, Aldığım nefes aynı nefes. Direksiyonun başına oturduğumda, 80'lerden bir parça çaldığında,  Huzurlu bir şekilde yola baktığımda,  Müzik aynı müzik, Yol aynı yol.  Her iş çıkışı gittiğim park,  Dostum ağaç,  Akşam yemeği, Buzlu suyun serinliği,  Bütün aynılıklar... Aynılıklar içindeki, Farklı tatlar, Farklı kokular, Farklı duygular.  Yapayalnızlıkların arasında sürdürdüğüm aynılıklar, Bu hayata çizdiğim düz bir çizgi, Taşsız, topraksız bir yol.  Yapayalnızım, Ama huzurluyum.  Hiçbir pürüz, Hiçbir toz parçası, Hiçbir insan -doğrudan- Ve hiçbir kelime girmemeli hayatıma. Ve çıkmamalı ağzımdan gerekmedikçe.  Sözsüz yaşıyorum.  İçimde her şeye ikna ettiğim bir ben.  Konuşmak gereksiz bir eylem, Çalışmak güzel şey sadece.  Büyütmek bir ağacı, Kitap okumak, Dostum ağacın fotoğrafını çekmek.  Tüm güzellikleri bir film rulosun...