“Hiç
değilse insan, bu iki kere ikiden daima ürkmüştür; ben hâlâ ürküyorum. İnsan
bütün ömrünü iki kere iki peşinde geçirir, bu uğurda denizler aşar, hayatını
harcar, fakat yemin ederim, arayıp gerçekten elde etmekten korkar. Çünkü onu
bulur bulmaz artık erişecek bir şeyi kalmayacağını bilmektedir. İşçiler
işlerini tamamladıktan sonra, hiç olmazsa aldıkları parayla meyhaneye gider,
oradan karakola düşerler; işte size en aşağıdan haftalık bir meşgale. Fakat
bizler nereye gideriz? Onun için gayeye her yaklaşmada bir huzursuzluk
hissedilir. İnsan gayeye ulaşmak için çalışmayı sever, fakat ulaşmayı pek
istemez; bu hal hiç şüphesiz çok gülünçtür. Şu hâlde insan daha doğuştan gülünç
bir yaratıktır, işin hoş tarafı da budur zaten.” (Dostoyevski- Yeraltından
Notlar)
Aşk
bugüne kadar yüzlerce kez yazılmış, yüzlerce kez anlatılmıştır. Fakat hiçbiri
tam anlatılamamış, tam yazılamamıştır. Bunun sebebi, tarifi yapılmayan,
anlatılmayan ve yaşanmayan milyarlarca aşkın varlığıdır. Milyarlarca tarifi
yapılsa da en küçüğünden en büyüğüne, en bilineninden en bilinmeyenine her aşk
eksiktir. Çünkü insan eksiktir.
Her
insan fıtratı gereği, aşka aşinadır. Yaşayamasa bile, tarifini yapamasa bile
varlığından haberdardır. Martin Eden da bu insanlardan biridir. Martin Eden,
20. Yüzyılın dünyasında alt sınıfa mensup yoksul bir denizcidir.
Aşk,
bir mıknatıs gibi insanı kendine çeker. Bunu bir ses, bir görüntü veya bir koku
ile yapabilir. İhtimal veremeyeceğimiz birçok neden, en imkânsız olasılık, bizi
o kaçınılmaz sona götürür. Aşk, hayatı anlamlandırmada, yaşanılabilir kılmada
olmazsa olmazdır.
Martin
Eden, bu ihtimaller arasında kaçınılmaz sona, Arthur’un hayatını kurtararak
adım atar. Arthur, üst sınıfa ait bir burjuvadır. Arthur, Martin’in bu
davranışına bir teşekkür olarak, onu evlerine yemeğe davet eder. Martin,
Arthur’un evlerine ve yaşamlarına adımını attığında bambaşka bir dünya ile
karşılaşır. Bu dünya, Martin’e göre bütün ışıltısıyla, bütün ihtişamıyla
ulaşılması gereken bir dünyadır. Yemekte, Arthur’un kardeşi Ruth’u görür. Onu
gördüğü andaki yaşadığı ruhsal sarsıntı, aşkının alametifarikasıdır. Onu
ulaşılamaz bir ideal olarak görür. Onun üzerine, bildiği bütün güzel sıfatları
giydirir. Ruth, Martin için cismani bir varlık olmaktan çıkıp ruhani bir varlık
olur. Martin’e göre aşk dağların tepesinde gezinir, mantık vadisinin ötesine
uzanırdı. Arınmış ve yücelmiş bir varoluş hali, yaşamın zirvesi, nadiren
erişilen bir duygu…
Martin
henüz kirlenmemiştir. Çocuksu duygulara sahiptir. Üzerinde saflığın
erdemlerini, güzelliklerini taşır. Bu hâl ve hareketlerinden belli olur. Ruth da
tüm bunları sezerek Martin’den etkilenir fakat gerek sınıfsal farkı gerek
yetiştirilme tarzı, onu otokontrole zorlar. Duygularını ilk esnada belli etmez
fakat onunla görüşmeye devam eder. Martin, Ruth ile konuştukça kişisel
yetersizliklerini görür, konuşmasındaki aksaklıklar, jest ve mimiklerindeki
zoraki taklitler, ellerindeki nasırlar onu zor duruma düşürür. Martin alt
sınıfa ait tüm özellikleri üstünde tüm gerçekliğiyle taşımaktadır.
İnsan,
âşık olduğunda, âşık olduğu kişinin davranışını taklit etme, hatta kopyalama
eğilimi gösterir, âşık olduğu kişi olmak ister. Ruth konumunun farkındadır,
Martin de konumunun farkındadır. Taklit etmesi gereken kişi Martin, taklit
edilen kişi de Ruth’tur.
Martin
üst sınıfa yükselmenin okumak ve kendini geliştirmek ile olduğunu anlar. O
günden itibaren gemileri yakar ve kendini okumaya verir. Ruth ile her
görüştüğünde ne yapması gerektiğini öğrenir ve kendini sürekli bir adım daha
ileri atar. Kütüphaneleri aşındırır; dil bilgisi, edebiyat, felsefe üzerine
kitaplar okur. Martin, aşkın tahrik gücüyle Ruth’a ulaşmaya çalışır. Tüm bu
gayreti gösterirken de onun ulaşılamaz olduğunu düşünür. Ruth, bir cisim olarak
Martin’in karşısındadır fakat Martin onu zihninde tasarladığı Ruth olarak
görür. Onu bu kadar fedakarlığa zorlayan şey aslında kalbindeki aşkı ve
zihnindeki hayalleridir.
Martin,
okumanın kendisine yetmeyeceğini bilir. Bir üst sınıfta çıkıp kalıcılığını
korumak için yazar olmayı planlar. Yazarların o dönemde iyi para kazandığını
öğrenir. Yazılarını dergilere satarak Ruth’a iyi bir yaşam sunabilecek, onun
konumuna uygun biri olabilecektir. Burada salt sınıfsal bir yükselme gayreti
yoktur, bir “feda” hali söz konusudur. Martin kendisini Ruth’a feda etmektedir.
Onu bu kadar gayretli, azimli kılan şey, yaptığı her şeyi aşkı için yapıyor
olmasıdır. İdealin varlığı onu canlı ve zinde tutar.
Martin,
yazarlık serüveninde cebindeki son paraya kadar her şeyini feda eder. Yazdığı
yazılar dergilerden sürekli ret alır. Çevresi ve Ruth, Martin’i bu yazarlık
serüveninden vazgeçirmeye çalışır. Martin’in yazarlık arzusu öyle güçlüdür ki
aşkının önüne geçer ve bir saplantı haline dönüşür. Martin, okudukça ve
yazdıkça hayallerden örmüş olduğu dünyanın perdeleri aralanır ve gerçek ile yüz
yüze gelir. Her şeyi ve herkesi bütün çıplaklığı ile görür. Aklının sınırlarını
aşma girişimleri, gerçeğin içindeki gerçek, Martin’e daha da heyecan verir.
Okumaya ve yazmaya devam eder. Okuduğu birçok kitap huzursuzluğunun daha da
artmasına neden olur. Her kitabın her sayfası gerçeklik diyarına açılan bir
gözetleme deliğidir. Açlığı, okuduklarıyla beslenip daha da artar.
“Sonsuza dek arzu ve
tutkuyla yüklü
Bir açlık var daha doyurulmamış
Yorgun bakışlarımız hala başı boş geziniyor ufukta
Çakılıp kaldığımız halde bu yolun üzerine defalarca”
Aşk
ile başlayan bu saplantı hali, Martin’i gerçeğe saplantılı bir hale getirir.
Çünkü hayalinde oluşturduğu bütün imgeler birer birer yıkılır.
Ruth,
Martin’in yazar olabileceğine inanmaz. Onu birçok kez bu hayalinden
vazgeçirmeye çalışır fakat Martin bu hayalinden vazgeçmez. Ruth, Martin’i, yazılarını,
burjuva arasında kalıplaşmış geleneksel düşüncelere göre yorumlar. Martin’i o
kalıplara hapsetmek ister ama Martin, okudukça özgürleşir ve yazdıkça
zincirlerini kırar. Özgürlüğün, tüm anlatılanlardan farklı olduğunu öğrenir. Bu
özgürlük alanı için mücadeleye başlar. Hayat, kaçınılmaz bir surette gümbür
gümbür gelip kapısına dayanır.
Şuur
seviyesi arttıkça gerçeklik algısı da değişir. Martin eskiden düşündüğü ve
inandığı şeyleri kendisini geliştirdikçe sorgulamaya başlar. Üst sınıfın
(burjuva) ulaşılamaz ve entelektüel bir tabaka olduğuna dair inancı yıkılır.
Onların birer budala olduğunu düşünür ve artık onları kendi seviyesinde görmez.
Martin
artık yapayalnızdır. Düşüncelerine ve fikirlerine bir muhatap bulamaz. Martin
Eden, kendisine yoldaş olacak ve ufuk açacak arkadaşını bir yemekte bulur. Russ
Brissenden. Şüphesiz, kişi kendi kendisinin kılavuzu olamaz. Martin de
okyanusun ortasında pusulasız kalmıştır. Brissenden, Martin’i en sefil
dönemlerinde maddi ve manevi açıdan korur ve kollar. Pusulası olur. Brissenden,
Martin’in ulaşmak istediği gerçekliğe çok önceden ulaşmış biridir ve bu konuda
Martin’i uyarır. Daha fazla yazmamasını, yazılarını dergilere göndermemesini
söyler. Şöhretin afet olacağını söyler. Brissenden çok kısa bir zaman içinde
ölür. Martin bu haberle beraber yıkılır. Martin yine pusulasız kalır.
Martin,
en umutsuz olduğu anda, dergilere gönderdiği yazıların kabul edildiğini
öğrenir. Martin’in yazdıkları ve fikirleri ona ciddi manada şöhret ve para
kazandırır. Ünü sınırların dışına taşar. Fakat içinde tüm bunlara dair hiçbir
heyecan kalmamıştır. Bu durum senelerdir verdiği emeklerin bir sonucudur ama
ideali bu değildir. Dünya ile sınırlı kalmış her ideal, ulaşıldığı anda
değersizleşir. Martin his olarak bunun farkındadır. Ruth, Martin şöhrete
kavuştuktan sonra geri döner ve onunla evlenmek istediğini söyler. Martin bunu
kabul etmez. İçinde ona dair hiçbir duygu kalmamıştır. Sefil haldeyken kimseler
tarafından umursanmazken, şöhret olduğu anda tekrar hatırlanmıştır. Martin, bu
ikiyüzlülüğün farkındadır ve aşkı için birçok şeyi feda ettiği Ruth da bu
ikiyüzlüler arasındadır.
Martin,
kavuştuğu şöhretini reddeder, paraları ise ona zor zamanlarında yardım eden
arkadaşlarına dağıtır. Paranın ve şöhretin de bir illüzyon olduğunun
farkındadır.
“Bu nasıl bir dünya
hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kâinat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.” (Necip Fazıl Kısakürek – Çile)
Martin
bu düşünceler ile eski hayatına geri dönmeye çalışır. Eski arkadaşları ile
buluşur, eskiden gittiği mekanlara tekrar gider ama geçmişte yaşadığı hisleri
tekrar yaşayamaz. Bu mümkün değildir. Çünkü zihinsel olarak çıktığı yerden geri
inmesi mümkün değildir artık. Martin bir ızdırap halindedir. Martin için her
şey anlamını yitirir. Kendisini kandırılmış hisseder. Ait olduğu yerin
tekrardan denizler olduğunu düşünür. Bir gemi yolculuğuna çıkar. Yolculuğun tam
ortasında kendisini denizin karanlık ve bilinmez sularına bırakır. İki kere ikinin sonucuna ulaşamadan ölür.
“Martin
Eden.” dedi kendi kendine. “Sen bir hayvansın, lanet olası, zavallı bir
Nietzsche’cisin.”
İdeal,
Yaklaştıkça Uzaklaşan Şeydir.
Martin
Eden alt sınıfa ait bir denizcidir. İşçi sınıfına mensup bir birey olarak
kazandığı para ve yapmış olduğu iş, onun sadece günü kurtarmasını sağlar. Ruth
ile tanışmasıyla beraber, hayatında üç idealin kilidini açar: Ruth ile
evlenmek, burjuvaya yükselmek ve yazar olmak. Aşk, statü ve meslek(para). Aşk,
bu idealler uğruna çalışmasını ve fedakârlık yapmasını sağlayan itici güçtür. Ruth
burada sadece sebep olarak kalır ve Martin’in macerasının başlangıç fitilini
ateşler. Statü ve para da en başından beri bir yanılgı ve tuzaktır. Martin ilk
başlarda bunu fark edecek bilinç düzeyinde değildir. Martin, macerasına saf ve
temiz duygularla başlar. Çünkü daha kirlenmemiştir. Hayata, insanlara ve aşka
karşı büyük hayal kırıklığı yaşamasının sebebi de saf ve temiz duygularıyla
oluşturduğu imgesel bir dünyayı, gerçeklerin şiddetli bir şekilde yıkmasıdır. Martin,
iki dünya arasında sıkışıp kalır. Artık ne işçi sınıfına aittir ne de
burjuvaya. İsmet Özel’in, "Her çıkmaz sokağın çıkmaz olduğunu anlamak için
sonuna kadar yürümek zorunda bırakıldık." dediği gibi Martin de çıkmaz
sokağın sonuna kadar yürür. Bu yürüyüş hem bir zorunluluk hem de bir tercihtir
esasında. Çıkmaz sokağın sonuna geldiğinde artık bu dünyada erişilebilecek bir
şeyin olmadığını düşünür. Martin saplantılı bir ruh hali, materyalist bir
düşünce ile ideali elle tutmak ister. Oysaki ideal, yaklaştıkça uzaklaşan
şeydir.
Bilginin
Yan Etkisi
Martin
bir denizciyken zihninde olan bilgiler, sadece insanın yaşamını idame
ettirebilmesi için gerekli olan bilgiler ve denizcilikle alakalı bilgilerdir.
Sosyal yaşantısı ise, bilgi gereksiniminin olmadığı bir yaşantıdır. Doğal
olarak mutludur. Ruth ile tanışıp yazar olmaya karar verdikten sonra belki
bilmeden belki de bilerek tehlikeli bir eşikten içeri girer. Bilginin
sorumluluğunu sırtına yükler ve mutsuzlaşır. Ruth’a duyduğu aşk tüm bunları bir
müddet gölgeler fakat aşk aradan çıkınca, bilginin, zihninin ve gerçeklerin
ağırlığı sırtında taşıyamayacağı bir yük olur. “Şuur seviyesi arttıkça
gerçeklik algısı değişir.” sözünden hareketle, Martin’in ulaştığı zihinsel
seviye, onu tüm insanlardan uzaklaştırır ve yalnızlaştırır. Gerçekler,
Martin’in hayal ettiği gibi değildir. Anlaşılamamak ve derdini anlatamamak tüm
insanların temel sorunlarından biridir fakat Martin’de bu sorun bir krize
dönüşür. Bu kriz, entelektüel krizidir. Haddini aşan şey zıddına rücu eder.
Martin, bilgiye sahip olmakla yetinmez ve zamanla bilgi, Martin’e sahip olur.
İnanç
Penceresinden Martin Eden
Martin
Eden, inanç konusunda belirgin bir görüş bildirmez. Dinlere karşı mesafelidir.
Ateist bir çizgidedir. İçindeki inanç boşluğunu, Ruth’a duyduğu aşk ile
doldurur. Daha çok bu aşkın getireceği “maddi” edinimler için mücadele ettiği
görülür. Ruth ile evlenmek, üst sınıfa yükselmek ve yazar olmak. Martin, ilk
zamanlarında aşka “soyut ve manevi” bir anlam yükler. Bu zaman, içindeki
duyguların saf ve temiz olduğu zamana denk düşer. Ruth’u bir çocuk gibi sever.
Fakat okumaya ve yazmaya başladıktan sonra iç ve dış gerçekliği değişir. Martin
kendisinin değişmediğini, insanların değiştiğini iddia etse de bu tezi
yanlıştır. Kendisi de insanlara ve dünyaya bakışı da değişmiştir. Martin Eden,
geçmişteki Martin Eden değildir. İnanç konusunda da bir değişim yaşar. Nietzsche’den
oldukça etkilenir ve nihilist bir inanışa doğru sürüklenir.
“Martin Eden.” dedi kendi kendine. “Sen bir hayvansın, lanet olası, zavallı bir
Nietzsche’cisin.”
Onu
intihara sürükleyen temel duygu ve düşünce, uğruna hayatını ortaya koyduğu her
şeyin (aşk, statü, meslek/para) anlamsızlık girdabında kaybolması ve değerini
yitirmesidir.
Yorumlar
Yorum Gönder